Endülüs Seyahat Notları -1
Atlantik kıyılarından Akdenize uzanan Endülüs İspanya’nın en geniş alanına sahip olmasının yanında tarihi ve kültürel varlığı açısından en çekici bölgesidir.
Bölge tarihi günümüzden 25.000 yıl öncesine kadar uzanır. Bu kadim dönemden günümüze ulaşmış olan dolmenler, mağara resimleri ve kazılarak ortaya çıkarılmış olan mimari alanlar o dönemlerle ilgili yeterli ipuçları vermektedir.
Avrupa’nın en eski kasabası olan Cadiz’i MÖ 1100 yılında Fenikelilerin ticari amaçla kurduğu düşünülmektedir. Endülüs MÖ. 3 yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu’nun önemli bir parçası olmuştur.
Bölge MS 4. Yüzyılda da Vizigot’ların istilasına uğramıştır. Hristiyan inancını benimsemiş olan Vizigotlar MS 711 yılında Mağribilerin (Kuzey Afrikalılar) bölgeye gelişine kadar Endülüs’te mimari ve kültürel etkiler yaratmışlardır. Öyle ki Cordoba’daki Kurtuba Camisi’nin klasik at nalı kemerlerindeki tasarım Vizigotların kilise tasarımında kullanılan bir modelden alınmıştır.

Mağribilerin Cordoba’daki, Sevilla’daki ve Granada’daki gösterişli saraylarının yanı sıra Ronda, Almeria ve Malaga’daki kalelerinde daha küçük fakat bir o kadar gösterişli anıtlar inşa etmişler. Mağribilerin bölge imarına ve kültürüne katkıları kadar tarımına da katkıları olmuştur. Onların sayesinde bölge çöl olmaktan kurtulmuş, köy,kasaba ve şehir yaşantısını sürdürecek besin ve giyim imkanına sahip olmuşlardır.
MS 711 yılında Tanca Beyi Tarık Bin Ziyad’ın Tarifa yakınına Berberi ordusunu konuşlandırıp, gemilerini yakmasından itibaren, MS 1492’de son Afrika tabyası Granada da hristiyanların eline geçene kadar yaklaşık 781 yıl Mağribi krallığı Endülüs’te varlığını sürdürmüştür. 1609’da Kral III. Felipe tüm Mağribilerin İspanya’dan kovulmasını emretmiştir. Zaten baskı altında olan müslüman halk ya İspanya’yı terk etmiş ya da din değiştirmiştir.
Endülüs vilayetleri; Sevilla, Huelva, Cadiz, Malaga, Cordoba, Jaen, Granada ve Almeria’nın tamamı yukarıda sayılan uygarlıkların kültürel kalıntılarını günümüze ulaştırmış olsa da, özellikle Mağribiler’den kalan en önemli kültür varlıkları Sevilla, Cordoba ve Granada da yer almaktadır. Bu nedenle, eşim ile birlikte 2024 Aralık ayında christmas öncesi beş gün için planladığımız Endülüs gezimize bu üç kenti dahil ettik.
19 Aralıkta, Sabiha Gökçen Havalimanından 10.30’da hareket eden uçağımız 4,5 saatlik bir uçuşla Sevilla Havaalanına bizi ulaştırdı. Alandan bindiğimiz şehir hatları otobüsü de bizi şehir merkezindeki otelimize çok yakın bir noktada indirdi. Kısa bir yürüyüşle otelimize varıp valizlerimizi bıraktıktan sonra, resepsiyondan edindiğimiz bir harita ile şehri tanıma amaçlı turumuza başladık.

Görülmesi gereken Katedral ve La Giralda Kulesi, Reales Alcazares Sarayı, Santa Cruz’daki bahçeler ve Plaza de Espana, 1929 Fuarı Pavyonlarının (nehrin diğer tarafında) bir birine yakın yürüyüş mesafesinde olduğunu gördük. Bu yapıların ziyaretlerini sonraya bırakarak, otel resepsiyonunun önerdiği güzel bir restaurant da akşam yemeğimizi almak üzere yürüyüşümüze son verdik.
İspanya’ya gelirken yapmış olduğumuz programda ikinci günü Cordoba’ya ve üçüncü günü Granada’ya ayırmaya karar vermiştik. Konaklama Sevilla’da olacak, diğer kentlere trenle gidip dönülecekti. Tren biletleri ve gezilecek tarihi eserler, müzeler ve ören yerlerinin biletleri online olarak önceden alınmıştı.
Cordoba;
İkinci günün sabahı saat 8.41’de Sevilla – S Justa garından Cordoba’ya gitmek üzere yola çıktık. Yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Cordoba’ya ulaştık. Tren garından Cordoba’nın tarihi merkezine gitmek için, cep telefonumuzun navigasyonunda yaptığımız sorgulamada yürüyerek 20 dakika uzaklıkta olduğunu öğrenince, taşıt almaktan vaz geçip yürümeye başladık. Geniş bir bulvarın kaldırımında yürürken kentin yeni kısımlarıyla da tanışmış olduk. Son derece düzgün ve temiz bir kent olduğu hemen göze çarpıyordu. Yolun belli bir kısmından sonra sokak aralarından ilerlemeye başlayınca karşımıza çıkan cafe ve restaurantlar kentin turistik yoğunluğunun habercisiydi. Navigasyondan takip ettiğimiz yol bizi direk Kurtuba Mezquita / Katedrali’nin önüne çıkardı. Önceden aldığımız biletlerde giriş saati yazılıydı ve tam zamanında gelmiştik. Yapılan uyarılarda gecikme durumunda (yoğun mevsimde) giriş hakkımızı kaybedebileceğimiz uyarısı olduğu için etrafa hiç bakınmadan içeri girdik.

Onuncu yüzyıldan kalma sapasağlam (yapılan ekleme ve değişiklikler hariç) bir Mağribi ibadethanesi ve mimarisinin mükemmel bir örneği olan cami bu açılardan Avrupa’da tektir. Binanın orta bölümü hristiyanlık döneminde katedral inşası için yıkılmış olsa da mimarinin etkisini değiştirememiş. Hayranlık uyandıracak el işçiliğiyle yapılmış ağaç tavanlar, ağaç ve bronz kapılar, sütunların arasındaki kemerlerin üzerindeki hat işçiliği başlı başına dönemin zenginliğini yansıtıyordu. Ayrıca yapımıyla bütünlüğü bozan ve halen faal olan Katedral, ikonaları, heykelleri ve süslemeleriyle farklı bir dönemi temsil ediyordu.

Bugün gördüğümüz yapı beş aşamada yapılmış. Puerta de San Esteban’dan iç kısımlara doğru olan ilk kısım 785 yılında I. Abdurrahman tarafından bir Vizigot kilisesinin üzerine inşa edilmiş. Bu bölüm 16. yüzyıl katedrali altında yok olmuş. Caminin mimarı Sidi ben Ayub bu kısmı Vizigot katedralinin malzemeleriyle inşa etmiş. Ayub’un tasarımı II. Abdurrahman ve daha sonra 10. Yüzyılda muazzam mihrabı ekleyen II. El Hakim tarafından genişletilmiş.
Bu günkü dikdörtgen şekil El Mansur tarafından 10. Yüzyılın sonunda tamamlanmış. El Mansur döneminde namaz kılınan alan granit, yeşim taşı ve mermerden oluşan 850 sütunun desteklediği kemerli bir çatıya sahip, futbol sahası büyüklüğünde bir yapıya ulaşmış. Eski Vizigotik kemer modellerinden uyarlanan Mağribi kemerlerdeki kırmızı ve beyaz motiflerde kullanılan tuğla ve taş Mağribi mimarisinde bir yeniliktir. Kitaplarda bu caminin içinde yaklaşık 40.000 kişinin aynı anda namaz kıldığı bilgisi var.
Caminin merkezinde yer alan Katedralin yapımına 1523 yılında başlanmış. Hristiyanların fethi sonrasında Cordobalı yetkililerin yapıya el sürmemek için büyük çabalarına rağmen, Kral I. Carlos din adamlarının baskılarına direnememiş ve Mazquita içindeki katedral inşasına onay vermiş. Kral I. Carlos daha sonra kararından duyduğu pişmanlığını mimarlarına “Dünyada eşi olmayan bir şeyi yok ettiniz” sözüyle ifade etmiş.

Kurtuba Camii’inde son namaz kılıp, dua eden kişi Pakistan’ın kurucusu Muhammed İkbal’dir. 1932 Endülüs gezisinde Piskoposluk’tan izin alınarak Kurtuba Camii’nde namaz kılan Muhammed İkbal, namaz sonrası yüksek sesle okuduğu duada, buraların tekrar müslümanların kontroluna girmesi ve caminin müslümanların ibadetine açılmasını istemiştir. Bunun duyulmasından sonra Kurtuba Camii’nde namaz kılmak ve ellerini açıp dua etmek yasaklanmıştır.
Günümüzde ziyaretçilerin böyle davranışta bulunmasını önlemek için sivil polislerin ziyaretçi gibi dolaştığı ve dua edenlere müdahale ettiği söyleniyor. Bizim ziyaretimizde ne dua eden vardı ne de müdahale eden ama bu kuralı öncesinde bilseydim çıkmak üzereyken denemek ya da görevlilere sormak isterdim.
Kurtuba Camii-Katedral’in ziyareti ücretlidir ve ziyaret saatleri mevsime ve güne göre değişmektedir. Özellikle yoğun dönemde ziyaret edilecekse mutlaka bilet önceden alınmalı ve girişe bilet üzerinde yazan saatte gidilmelidir.
Cordoba’daki zamanımızın büyük kısmını Mazquita’nın içinde, bahçesinde, cafe ve hediyelik eşyaların bulunduğu cevre sokaklarda geçirdikten sonra Roma döneminden kalan köprü, kale ve diğer tarihi yapıları görmek için bölgeden ayrıldık.



Cordoba’da görülmesi gereken diğer bir yer de “Yahudi mahallesi”ydi ancak, Sevilla’ya döneceğimiz tren 16.30’da hareket edeceği için, ne yazık ki orayı ziyaret edemeden geldiğimiz yoldan istasyona geri döndük.
Ertesi gün Granada’ya gideceğimiz için daha geç bir saate bilet almamıştık. Cordoba’ya gelirken 1,5 saatte aldığımız yolu expres tren ile 40 dakikada aldık ve Sevilla’da akşam yemeğimiz için otelimize yakın bir tapas bar’ın yolunu tuttuk.

Yazı Devam Edecek
(Gelecek Bölüm; Granada-Sevilla)
Faruk Çırpın
Önceki Yazı