Kalydnai .. Leukophrys … Tenedos …. Bozcaada
“Tanrı, insanları uzun ömürlü olsunlar diye Bozcaada’yı yaratmıs”
Heredot
Derler ki:
“Denizlerin Efendisi” Poseidon’un kimbilir kaç çocuğundan biri, Kyknos adında bir kralmış. Beyçayırı’nın kuzeyinde, Lapseki bölgesindeki Miletos kolonisi, Kolonai kentine hükmedermiş. Onun da Tenes adında bir oğlu varmış. Tenes’in anası ölünce, babası yeniden evlenmiş. Fakat üvey ana bu ya; Tenes’e bir iftira etmiş! Üstelik kendisine yalancı tanık olarak bir de “kavalcı”bulmuş.
Kral Kyknos bu iftiraya kanmış ve oğlunu bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık yüze yüze gitmiş, Boğaz’dan geçerek Leukophrys Adası’nın sahiline vurmuş. Tenes burada sandıktan çıkmış, adaya yerleşmiş ve ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bazılarının Kalydnai dediği (Lekton denilen ve Edremit Körfezi’nin kuzey ucunu oluşturan Bababurun’un kuzeybatısındaki iki küçük adaya Kalydnai denilirmiş) Leukophrys Adası’nın ismini, “Tenes’in Adası” anlamına gelen Tenedos olarak değiştirmiş.
Baba Kyknos’a gelince.. Bir süre sonra anlamış oğlunun iftiraya uğradığını. Binmiş gemiye,varmış Tenedos’a, (ki oğluyla barışsın). Oysa Tenes, babasının gemisini sahile bağlayan ipleri keserek gemiyi açığa attırmış. Bununla da kalmamış; iftiraya bir de “kavalcı” ortak olduğundan, adasına bundan sonra kavalcıların gelmesini de yasaklamış..
Bozcaada’ya Çanakkale’den 55km ‘lik bir mesafeden sonra Geyikli Yük Yeri iskelesinden yapilan yaklasik 30 dakikalik bir feribot yolculugu sonunda ulasiliyor. Bozcaada, Çanakkale Boğazı ege ağzının 18 deniz mili guneyinde ; doğudaki anakara kütlesinin Kumburnu mevkiine 3, Geyikli Yük yeri feribot iskelesine 3,5 deniz mili mesafededir .
Bozcaada’ya yaklaşırken limanın yanında heybetiyle duran kale karsiliyor sizi . Venedik döneminde yapılan ve sonradan restore edilen kale yıllara , fırtınalara meydan okuyor. Limana yaklaşırken iskele hep kalabalık , iskelede dostlarını karşilamak için feribotun yolunu gözleyen yada geçirdikleri güzel günlerin sonunda istemeye istemeye de olsa dostlarını feribotla adadan uğurlayan insanlar ; gidenlere özenmedikleri kesin . Kıyıya yaklaştıkça Limanı sağına ve soluna daracık sokaklarla dizilmiş evlerden daha ilerisini göremiyorsunuz artık , bir an once feribotun yanaşması ve adanın içine doğru yola çıkmak için sabırsızlanıyorsunuz.
Adayi keşfetmeye başladiginız zamanda , feribottan görülebilen alan için içinizden geçen ” ne kadarda boz ” düşüncesi yemyeşil üzüm bağlarını gördüğünüz zaman kaybolup gidiveriyor . Adanın icinde yol almaya başladiğinizda özellikle hergün egzost kokusu teneffüs eden ciğerler deniz kokusuyla karışmış kekik kokusunu içlerine çekmeye doyamıyor, birde onlara eşlik eden üzüm kokusu yokmu…
Bozcaada Türkiye’nin köyü olmayan tek ilçesi . Köklü tarihi , üzüm bağları, çamlıkları, deniz ürünleri, billur suyu ve incecik kumuyla güzel plajlarıyla dört dörtlük bir hayat sunuyor insanoğluna. Adanın dış görünümünün güzelliğinin yanında denizinin sunduğu güzellikleri de adayı dört dörtlük hale getiriyor. Balık miktarındaki verimliliğiyle, sualtı florasının güzelliğiyle , dalmayı tercih edenleri mutlu ediyor. Bozcaada’ da rüzgar hiç eksik olmuyor , güzel bir esintisi her zaman var , ve rüzgarın yönü ne olursa olsun sakin bir koy bulmak her zaman mümkün .
En meşhur koyu Ayazma Plajı, ama diğer bütün koylarıda en az Ayazma kadar güzellikleriyle büyülüyorlar . Sulubahçe , Habbeli, Mermerburun ve Akvaryum denize , güneşe , kuma , doğaya doymanıza imkan vermiyor hiçbir zaman.
İstanbul adalarında araba görmemenin güzelliğini her adada yaşayabilmek istiyor insan ama adanın büyüklüğü elbet bunu imkansız kılıyor. Arabayla yapılabilecek tur aslında bisikletle çok daha güzel olabilir bir turist için. Önce merkezde daracık sokaklarıyla dizilmis eski rum evlerine , eski kiliseye , kaleye yapılacak turdan sonra üzüm bağlarının arasından , masmavi denizin kenarından , kekik kokularının eşliğinde , çam ormanını geçerek Ponente Fenerine gün batımını seyretmeye gitmek. Rüya gibi… Çam ormanının arasından geçen yol bittiği anda bütün ihtişamıyla, katıksız gücüyle, bire bin katan enerjisiyle , sessiz endamiyla rüzgar gülleri karşılıyor gelenleri . Bu devlerın yanından , daha doğrusu altından geçerek burna doğru gidiyor yol , hafif hafif kızarmaya başlayan güneşe doğru giderken şimdi gelenleri karşılayan Ponente feneri , artık görev yapmıyor ama ortamın güzelliğine güzellik katmaya devam ediyor emekliliğini yaşarken. Burna varıldığında bir kaç senedir artık misafirleri karşılayan biri daha var , Bozcaada’nın cazibesine dayanamayıp ömrünü onunla geçirmek isteyen bir yük gemisi, burnun ucunda karaya oturuvermiş artık onun bir parçası olmuş. Güneş artık zaman yaklaştıkça daha da hızlanıyor yerini geceye bırakmak için , manzaranın hakkını vermek için çantaya atılmış , Bozcaada’nın o güzel üzümlerinden yapılmiş şarabıda bitmek üzere ….
Gecesi ayrı güzel adanın. Limanda veya Ayazma’da dizilmiş lokantalarda yediğiniz taptaze deniz ürünlerinden sonra denizden babam çıksa yerim diyenlerden olmaya başlıyorsunuz artık. Birde yemek Bozcaada’nın o güzelim şaraplarıyla şenlenince … Gece ; ay, kale ve yıldızlar eşliğinde son buluyor artık adada .
Bozcaada’da elbette gidenlerin en çok özendiği şey üzüm bağlarının aralarına saklanmıs çoğu tek katlı taş evlerden birine sahip olmak ; bu herkese kısmet olmasada , adaya sanki evine gidiyormuş kadar rahatça gidebiliyor insan , herkesi ağırlayacak kadar yeterli sayida ; bu sadece herkesin aynı anda tatile koştuğu günlerde imkansızlaşıyor ki o zamanda çadır keyfi adanın her noktasında mümkün; ve Bozcaada’ya yakışan kalitede oteller misafirleri bekliyor. Kaikias Otel, Gümüş otel, Aral Çiftliği , Çapraz Tatil Köyü, Bağbadem Tatil evi, Ataol Otel , Thenes Otel ve bir çok pansiyon adanın ev sahipleri bizleri bekliyorlar .
Bozcaada’ya giden herkesin yapmasi gereken tek şey ; dönüş feribotunu kaçırmak …..
Önceki Yazı