Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra vardığımız Diyarbakır Novotel’de iyi bir uykunun ardından kahvaltı salonuna indiğimizde muhteşem bir kahvaltı bizi bekliyordu. Kahvaltı hem çeşitliliği hem de ürünlerin kalitesi ile bizi mest etti.
Kahvaltı sonrası gezilecek yerler listemizde ilk sırada olan Suriçine varmamız 7-8 dakika sürdü. Suriçi Diyarbakır’ın asıl yerleşim yeri ve 19. yüzyıla kadar şehir hep sur içinde kalmış, dışına hiç taşmamış. Sur içindeki yapıların en önemli özelliği bazalt taşı kullanılarak yapılmış olmaları. Bazalt taşı volkanik kayalardan oluşan bir taş çeşidi ve koyu bir renge sahip. Diyarbakır’ı baştan başa çevreleyen surların da bazalt taşı ile yapıldığını unutmadan belirteyim.
Mardin kapısının karşısındaki otoparka aracımızı bıraktıktan sonra ilk olarak Mardin Kapıya geçtik. Ardından hemen yolun diğer tarafında öğrenci kalabalığına doğru yürüdük. Cezeri’nin olağanüstü Makineleri Sergisi olduğunu öğrendik ve biz de girdik. Cezeri’nin çizimlerinin çalışır makinelere dönüştürüldüğü sergide Filli su saati, Çocuklu otomatik lavabo, Kan ölçme otomatı, içecek sunan çocuk otomatı, dört sürgülü kapı kilidi gibi 20 civarı prototipi inceledik ve çok etkilendik. Cizre’de doğup Diyarbakır’da yaşayan bir alim, mucit olan Cezeri’nin (1136-1200) ilk robotu yapıp çalıştırdığı kabul edilmiş. Dünya literatüründe çok önemli bir yere sahip olduğunu öğrendiğimiz, Leonardo Da Vinci’ye ilham kaynağı olan bu bilim insanını bugüne kadar bilmiyor olmanın utancını da yaşamadık değil.
Bu arada sergide öğrencilere de ciddi zarar verdik. Bonny öğrencilerin dikkatini dağıtmaya yetmişti. Öğrenciler öğretmenlerinin anlattığı bilgileri dinlemektense kucağımızdaki Bonny ile fotoğraf çektirme, Bonny’i sevme yarışına girmişlerdi. Neyse ki öğretmenler de bu durumu anlayışla karşıladılar. Bonny de ilgiden memnun ünlü bir yıldız edasıyla çocukların sevme ve fotoğraf çektirme isteklerine olumlu karşılık veriyordu.
Normalde surlara çıkıp yürüyüş yapıp manzarayı yukarıdan görmeye niyetliydik fakat ne yazık ki surlara çıkışın yasaklandığı döneme denk gelmişiz, dolayısıyla surlarda yürüyemedik. Cumhuriyetin ilk yıllarında surların hava akımını engellediği ve Diyarbakır’ın bu nedenle aşırı sıcak olduğu gerekçesiyle surları bomba ve dinamitle yıkmaya çalışmışlar. Bazalt taşının dayanıklılığı bu yıkımı zorlaştırıyormuş. Suriçini inceleyen Fransız bir arkeolog şok ve üzüntüyle karşıladığı bu durumu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ulaşmayı başarıp haber vermiş. Atatürk hemen dönemin valisini arayıp bu yıkımı engellemiş. Böylece Çin seddinden sonra dünyanın en uzun ikinci surlarının (5700 metre) günümüze kadar gelmesini sağlamış. Sur gözlemlerimizi bitirip Sur içine doğru yürüyüşe geçtik. Hedefimizde Ulucami. Sülüklü han, Hasanpaşa hanı, Behram Paşa konağı, Diyarbakır Kültür evi, Cahit Sıtkı Tarancı müzesi, Ahmed Arif müzesi var.
Suriçi’nin Mardinkapı bölgesindeki girişinde soldaki cam fanusu mutlaka görmek gerekiyor. Fanusun içinde Diyarbakır Suriçi’nin küçük bir maketi var. Surları, camileri, kiliseleri, evleri, cadde ve sokaklarıyla Suriçi’nin bire bir aynısı. Çok başarılı olan bu maket İlkokul mezunu bir belediye işçisi tarafından amatör bir şekilde 21 yılda yapılmış.
639 yılında kilisenin camiye çevrilmesiyle oluşturulmuş olan ve Anadolu’nun en eski camisi olarak bilinen Tarihi Ulucami’ye girişimize yanımızda Bonny olduğundan izin verilmedi. Biz de avlu kapısından şöyle bir bakınıp hemen karşısında bulunan Hasanpaşa hanına geçtik. Hasanpaşa ortasında geniş bir avlusu olan iki katlı tarihi bir han. Hasanpaşa hanında üst katta zengin bir kahvaltı yapabilirsiniz. Biz otelde iyi bir kahvaltı yaptığımızdan dolayı restorana çıkıp kahvaltıya şöyle bir bakındıktan sonra alt katta oturup kahve içmeyi tercih ettik. Sülüklü hanı da gezdikten sonra Ahmed Arif müzesi ardından Cahit Sıtkı Tarancı evine geçtik.
Müze kart ile girebildiğimiz ortasında çok güzel avlusu olan Cahit Sıtkı Tarancı konağı Diyarbakır evlerinin özelliklerini bozulmadan muhafaza etmiş iyi bir örnek. Avlusunda oturmak o kadar huzur vericiydi ki bu fırsatı kaçırmak istemedik ve oturup soğuk bir şeyler içtik.
Ardından Diyarbakır kültür evine geçtik. Sahiplerinin yakın ilgisinden çok hoşnut kaldığımız Kültür evinin Cahit Sıtkı Tarancı evinin müştemilatı olduğunu öğrenince şaşkınlığımızı gizleyemedik. Saat 20 de canlı müzik olduğunu öğrenince akşam geleceğimizi belirtip ayrıldığımızda saat 16 civarıydı ve acıkmıştık. Onur ocak başına vardığımızda Bonny ile girip giremeyeceğimizi sorunca garson “bilemiyorum daha önce hiç köpek gelmemişti patrona sorayım” dedi. Neyse ki patron restoran içinde dolaşmaması şartı ile girebileceğimizi söyledi. Adana, kemikli ve ciğer yedik hepsi çok iyiydi. Ardından hemen yanındaki Sıtkı ustaya kadayıf yemeye gittik fakat ramazan olduğundan iftara kadar sadece paket servis verdiklerini söyleyince paket olarak aldık. Arabada yediğimiz kadayıfa bayıldık. Yediğimiz en iyi kadayıf olduğunu söyleyebilirim.
Otele geçip bir müddet dinlendikten sonra akşam 8 e doğru tekrar suriçine geçip işletmecilerin hoş sohbeti eşliğinde Diyarbakır Kültür evinde harika türküler dinledik. Badem kahvesi denedik iyiydi ama Türk kahvesini tercih ederim. Dikkatimizi çeken bir nokta da kadınların tek başlarına gelip müzik dinleyip rahatsız edilmeden mekândan ayrılmaları oldu.
Ertesi gün hevsel bahçeleri ve On gözlü köprüyü gezdik. Ongözlü köprünün altında nehir kenarı bir kafede kahvelerimizi yudumladıktan sonra tekrar suriçine geçip sokakların keyfini çıkardık. Bakırcılar çarşısında ürünleri inceledikten sonra bu sefer de Nasır ustada kebaplar yedik o da çok iyiydi. Akşam tekrar Diyarbakır Kültür evine gidip müziğimizi dinledikten sonra otelimize geçtik.
Bir sonraki rotamız Urfa yazımızda görüşmek üzere
Yazı ve Fotoğraflar: Yıldıray Erdoğan© Copyright
Önceki Yazı